
31 Ekim 2009 Cumartesi
Film: Collateral

29 Ekim 2009 Perşembe
Oyun: Red Faction Guerilla
Red Faction oynadınız mı hiç? Mars'tayız, işçiyiz, ayaklanıyoruz. Tabii "1 Mayıs işçi bayramı" falan yok orada. Saçmaladım, yeni bir giriş yapmalıyım.
İlk Red Faction, olayları karakterin gözünden gördüğümüz (gavurların FPS dediği, bizim bir isim bulamadığımız türden) ve duvarları patlatarak mağaralar oluşturabildiğimiz, zamanının en etkileşimli oyunlarından biriydi.
Şimdi yanılmıyorsam serinin üçüncü oyunu olan Red Faction: Guerilla piyasada. Söylemek istiyorum, bol bol "Oha" diyerek oynadığım bir oyun oluverdi çok kısa sürede. Etraftaki etkileşim had safhaya çıkmış, binaların temellerine bombalar yerleştirebilir ve koca yapıtın aşağı inişini tüm gerçekçiliğiyle seyredebilirsiniz. Elinizdeki dev çekiçle duvarda istediğiniz kadar kapı açabilirsiniz. Böyle bir etkileşimden sonra, bomba atınca hiçbir şeyin hasar görmediği bütün oyunlardan soğuyacaksınız.
Oyunun eskisi gibi FPS değil de TPS olduğunu söylemeden geçmeyelim. "Tomb Raider gibi" yani. Ancak omuz kamerası kullanılmış, ki oyunlarda çok etkili olduğunu söylemek lazım. Far Cry 2 oynadınız mı peki? Bilmeniz gerek, bu oyun yapı olarak ona benziyor ancak daha iyi, daha keyifli, daha dolu.
Yazmadan geçmek istemediğim bir şey var: Bu oyunda bütün ince detaylar düşünülmüş. Sürdüğünüz aracın hangi kapısından inebileceğinizden tutun da, kendi yıktığınız binanın altında kalmanız ihtimaline kadar. Siper aldığınız köşelerden sarkarak ateş edebilmenizden, yerleştirdiğiniz bir bombayı başka bir silah kullanırken patlatabilme şansınıza kadar. Bunlar hep ufak şeyler ve çoğunu daha önce gördünüz, ancak hepsi bu oyunda mevcut ve oyunu zevkli kılan bu detaylar...
Aslında genellikle böyle uzun incelemeler yazmam, kaldı ki amacım bu oyunu tanıtmak değil. Sadece ne kadar zevkli olduğunu anlatmak istedim ancak o kadar çok zevkli yönünden bahsettim ki, oyunu anlatmış kadar oldum. Şimdi oynamak size kalmış.
26 Ekim 2009 Pazartesi
Oyun: Burnout Paradise
Burnout oynayanınız var mı? Fazla yoktur herhalde, çünkü bilgisayar platformunda bulunmayan bir PlayStation oyunu... idi, bu seneye kadar. Birbirinden çılgın yarışlara katılmak, hız zevkini sonuna kadar hissetmek ve trafik kazalarıyla ortalığı birbirine katmak istiyorsanız, Burnout Paradise sizin için piyasada. Hatta çıkalı bayağı zaman geçti ama... askerlik işte.
Bu arada, evet resimdeki benim arabam, oldukça yüksek bir rampadan uçmaya çalışmamın ve başaramamamın hatırası.
24 Ekim 2009 Cumartesi
Dizi: Knight Rider (2008)
Vay be... Kara Şimşek. Ne diziydi ama... Tamam, rol yapmayı bırakıyorum! Orijinal diziyi hiç izlemedim, ben doğmadan önce çekilip bitirilmiş bile. Lakin namını iyi bilirim, konuşan araba. Cem Yılmaz'lı Opet reklamları da bu konsepte kanımızın ısınmasında etkili olmuştu. Sene 2009 oldu, bu dizinin 17 bölümlük bir sezonu yayınlandı, devamından haber yok. Kabul ediyorum, yazmakta biraz geç kalmışım ama hiçbir şey için geç değildir.
Velhasıl, eğer izleyecek bir şey bulamıyorsanız (ki bu önemli, sonuçta izlemeye değer daha kıymetli yapımlar olduğunun bilincindeyim), saf macerayı seviyorsanız ve çılgınca şeyler yapabilen bir Mustang görmek istiyorsanız edinip izlemenizi tavsiye ederim. En azından kendi ülkemizdeki dizi sektörüyle karşılaştırabilmek için...
Küçük bir not daha, K.I.T.T.'e can veren ses Val Kilmer'a ait.
21 Ekim 2009 Çarşamba
Film: Nefes - Vatan Sağolsun
Bugün Nefes'i gördüm. Düşüncelere dalarak izledim, etkilendim. Size de izlemenizi tavsiye ediyorum, ne de olsa böyle filmlere sık rastlanılmıyor.
Öte yandan, birileri bu harika filmi çekerek bize sunarken, işi olmayan başka birisi filmden alelade parçalar kesip, "İzlemeyen Türk değildir" başlığıyla Facebook'a yayacak, adım gibi biliyorum, bakalım kim olacak onlar...
Duygusal milletim benim, seviyorum seni.
19 Ekim 2009 Pazartesi
Muhtelif: Cicoz
Cicoz. Evet, bildiğiniz Cicoz. Ya da biliyor musunuz? 90'larda çocuk olmanın hatırlattıklarından biri. Bir sakız fiyatına üç sakız alıyoruz diye seviniyorduk. Çok sonraları öğrendik ki malzemeden çalarak ve ucuz maliyetle, bir sakız fiyatına on tane bile yapılabilir. İçine hangi boya ve kimyasalların atıldığı hiçbir zaman ilgilendirmedi bizi; önce mavi olanı yedik, sarıyı en sona bıraktık. Oysa üçünün de tadı aynı değil miydi yahu?
Ya şimdi? Önümdeki şu masada duruyor olsa, üçünü bile ağzıma atıp çiğnemeye başlarım. Kapitalizmi ben mi kurdum ki, onu yüceltecek olan ben olayım?
Bir de "Sulugöz" vardı, belki onu daha iyi hatırlarsınız...
Aaa, neden suratınız ekşidi? :)
17 Ekim 2009 Cumartesi
Muhtelif: 3G belası. Merak etmiyor musun?
Kalitesi nedir, faturası nasıldır, henüz hiç bulaşmış değilim bu 3G işine. Ancak bir önceki yazımda yazdığım gibi, şöyle bir sorunum vardı. Telefon ekranımda, sinyal çubuklarını görsem de yanlarında anten resmi değil, 3G yazısı vardı (ki normalde anten resmi vardır bilirsiniz). Sinyal alıyormuş gibi gözükse de, çekmiyordu. Ulaşamıyor, ulaşılamıyordum.
Üç gün böyle sürdü. Geçer diye bekledim. Avea'ya mesaj attım, "Sıkıntınızı müşteri hizmetlerini arayarak giderin gari" şeklinde e-mail attılar bana. Bu esnada, yine bir önceki yazımın yıldızı olan Nokia 1209 ile cebelleştim.
Tam çıldırmak üzereyken, "Ulan bu telefonlarda 3G özelliği kapatılamıyor mu ki?" diye düşündüm. Araştırdım. Buldum.
Böyle bir sorun yaşayacak olursanız (Nokia telefonlarda), Araçlar > Ayarlar > Şebeke menüsüne girin, ve Şebeke Modu'nu "Çift Mod" yerine GSM seçin. Sıkıntınız geçecektir. Benim geçti. "Oh be"!
Alet Edevat: Nokia 1209
Avea'nın yaşattığı saçmasapan bir teknik arıza sebebiyle, hattımı 3G desteklemeyen bir telefonda kullanmak zorundayım, yoksa sinyal almıyor. Ne zaman düzelir bilmiyorum, sorunun benden kaynaklanmadığına eminim.
Neden bunu anlattım, çünkü bahsettiğim 3G desteklemeyen telefon Nokia 1209. Yanda resmini gördüğünüz gudik cihaz. Yapabildiklerine kıyasla, yarısı boyutunda olması gerekiyordu, çünkü konuşmak ve mesaj yazmaktan başka bir işe yaramıyor. Hatta mesaj yazmaya bile yaramıyor.
İçindeki sistemde yazılım hataları var, durduk yere kapanıyor, tuşları mısır patlatıyormuşum gibi ses çıkarıyor, gece kullandığımda ekranın ve (belki tuhaf gelecek ama) tuş takımının ışıkları gözümü alıyor. Daha da tuhaf olan, telefon adeta ışık saçıyor. Mesaj yazmak tam bir işkence. Ekranı çok da ufak olmamasına rağmen, devasa yazı tipi sayesinde ekrana ancak birkaç kelime sığıyor.
Tamam bu saydıklarım normal ama bundan 10 sene öncesine göre. Şu an artık normal değil. Q-klavyesi olan ve internete bağlanabilen bir telefondan buna geçtim, ve "yeni mesaja yer yok" diyerek bana gelen mesajı yok eden bu cihaza karşı öfkeliyim. Kusuruma bakmayın.
Orijinal ve garantili olarak aldım. 70 TL ödedim. Tamam biliyorum 70 ama... bu kadar da olmaz ki?
14 Ekim 2009 Çarşamba
Muhtelif: Farkındalık
Sözde sizi uyarmak, bilinçlendirmek için hazırlanan videoların, görsel olarak ne kadar basit oldukları hissine kapıldınız mı? Çünkü gerçekten iyi video hazırlamayı bilen tüm insanların, yapacak işleri güçleri var...
Geçenlerde Can Dündar'ın "Mustafa" filmini izledim ve izlerken daha iyi anladım ki, önderimiz Atatürk Türkiye'yi, Türklere rağmen kurmuş... "Gün gelir bu kalabalık bizi linç etmek için de böyle toplanır” diyerek, fazladan hiçbir yoruma gerek duymayan bu tespitte bulunmuştur.
Herkes alim, herkes kahin; peki ya siz kimi kime karşı uyarıyorsunuz, bunun farkında mısınız?
6 Ekim 2009 Salı
Film: Metal Gear Solid Philanthropy
Bu aralar sağda solda, ağzımı açık bırakan şeylerle karşılaşıyorum. Bunlardan biri de bir fan filmi olan (yani düşük bütçeli olan ve kar amacı gütmeyen) Metal Gear Solid Philanthropy. Nasıl düşük bütçeli olduğunu, ve neden kar amacı gütmediğini anlayabilmiş değilim, çünkü izlerken yere düşüp yuvarlanan çenemi bulmakta oldukça zorlandım.
Özellikle MGS serisinin hayranıysanız, kaçırmak istemeyeceksiniz. Buyurun buradan izleyin: http://vimeo.com/6784359
Müzik: "Long Gone" - Chris Cornell
Biraz evvelki yazımda Chris Cornell'deki değişimi anlatmıştım. Rock müzikten R&B'ye giden bir değişimdi bu, ancak kendisi özünü unutmamış ve Long Gone isimli şarkısının Rock versiyonunu çıkarmış. Çok da keyifli, pek de haşmetli bir eser olan bu şarkının klibini Dailymotion'dan veyahut Youtube'dan izleyebilirsiniz. Tabii ikisine de erişim engellenirse karışmam.
Muhtelif: 100 (Yazıyla Yüz)
Bu yazdığım, blogumdaki 100. yazı oluyor. Vatana millete hayırlı olsun. İyisiyle kötüsüyle 99 yazıyı geride bırakmışız yani. 3 Nisan 2008'de yazmaya başlamışım, bir buçuk senede 100 yazı az sayılır aslında. Neyse bundan sonra daha çok, daha güzel yazarız inşallah.
Mutedil Mecmua. Siz okuyasınız diye. (Slogana gel!)