25 Aralık 2010 Cumartesi

Film: Awake

Başrollerini Hayden Christensen ve Jessica Alba'nın oynadığı film, ülkemizde Anestezi adıyla gösterime girmişti.

2007 yılında çekilmiş film, anestezinin etkisinden kurtularak ameliyat esnasında etrafında yaşanan her şeyi duyan ve hisseden bir adamın hikayesini anlatıyor. 

Konusu çoğu kaynakta böyle aktarılan film, aslında bir anestezi farkındalığından ziyade başroldeki karakterin yaşadıklarını anlatan bir dram filmi. Tıbbi açıdan büyük beklentilerle izlemeyiniz. 

Öte yandan Awake, başta salt bir dram filmi olacağı fikrini aşılarken sonradan heyecan ve gerilim içeren öğeler sunarak seyir keyfini artırıyor. Tabii filmin son derece "sinopsis" odaklı olduğunu söyleyebiliriz, bu açıdan çok derin bir senaryo beklememek gerekiyor.

Sakin bir haftasonu gecesinde, minimum beklentiyle keyif alarak seyredebileceğiniz bir film Awake. Ben de öyle yaptım. Sevdiceğime buradan teşekkür ederim :)

20 Aralık 2010 Pazartesi

Muhtelif: Enteresan Alışverişler

Yeni yıl yaklaşırken mağazalarda ilginç indirimler yapılıyor. Mediamarkt'ta bir adet PS3 oyunu alana ikincisi yarı fiyatınaydı. Kendime çok cazip gelen bir oyun görmediğim için almadım ama çoğu oyunda bu fırsat geçerliydi.Yine D&R'da, PS3 oyunları dahil bir çok oyunda yarı fiyat uygulaması gördüm. Hatta oldukça düşük fiyatla (39TL) satılan bir oyunu (ki hiç de fena bir oyun değildir), 50% indirimle yarı fiyatına (19TL) satına aldım. Bu zamanda 19TL'ye PS3 oyununu kim nerede bulmuş :D

Velhasıl, hava soğuk diye erinmeyin, dışarı çıkın dostlar. Sene bitmeden stoklarını eritmek isteyen bir sürü mağaza var!

9 Aralık 2010 Perşembe

Muhtelif: Bitti bitti, hepsi bitti!

Sıkça maruz kaldığım bir diyaloğu paylaşmak istiyorum:

X- Okuyor musun?
T- Bitirdim.
X- İyi iyi, maşallah. Hangi liseyi?
T- Üniversiteyi. İzmir ekonomi üniversitesi.
X- Hadi ya, iki yıllık mı?
T- Hayır, dört yıllık. İktisat.
X- Ooo, ne güzel. Desene askerlik gelmiş.
T- Onu da yaptım ben.
X- ?!? Kusura bakma genç gösteriyorsun ya ondan sordum...

Sözün özü, bu diyaloglara gire gire yaşlandım artık. Ama hala genç gösteriyorum.

5 Aralık 2010 Pazar

Oyun: Call of Duty Black Ops

PS3 aldığımdan beri PC'yi boşladığımı söylesem yalan olmaz. Lakin her oyunu da PS3 için almıyorum, PS3'e özel oyunları tercih ediyorum. Black Ops'u PC'de oynadım, ufak aralar vererek birkaç günde bitirdim. Kısaca yorumlarımı belirtmek istiyorum.

Öncelikle şu ayrımı yapmamızda ve hatırlamamızda yarar var: Call of Duty serisinde bazı oyunlar Infinity Ward, bazı oyunlar ise Treyarch firması tarafından üretildi. Örneğin bundan önceki iki Modern Warfare oyunu Infinity Ward tarafından yapılmışken, Black Ops Treyarch'ın ürünü.

Black Ops, sayılı ve akılda kalıcı keyifli anlar yaşatmasına ve bütün olarak gayet sağlam bir oyun olmasına rağmen, her bölümde farklı bir olaya atlayan bir kitap gibi ilerliyor. Son zamanlarda bunu bir çok oyunda yapıyorlar ama Black Ops'da tadını biraz kaçırmışlar; sonlara doğru anlatımı güzelleşen hikaye genellikle oyuncuyu yoran bir yapıya sahip.

Infinity Ward'ın elinden çıkan CoD oyunlarında mesafenin uzaklığını, mühimmatın azlığını veya hayati tehlikeyi çok daha iyi hissediyoruz (Bahsettiğim o savaş duygusunu son Medal of Honor oyunu bile göreceli olarak iyi yaşatıyordu). Black Ops'da ise bu duyguyu bulmak zor, sürekli değişen bölümler ve durmak bilmeyen tempo adeta bir Rambo filmini anımsatıyor. Birkaç sakin sahne ve üç beş düşman askerini gizlice yaklaşarak öldürmemiz de bu durumu kurtarmıyor.

Sonuç olarak Black Ops, keyifli ve tarz sahibi bir oyun. Oynadığınıza pişman olmayacağınız bir eser. Lakin Infinity Ward da Treyarch'ı döver. Tayfun out.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Oyun: Batman Arkham Asylum

Ne güzel komşumuzdun sen akut faranjit. Geçmiş olsun dileklerinizi esirgemeyiniz diyerek yazıma başlıyorum. Nihayet Batman hayranlarını tatmin edecek, zevke getirecek, doyuma ulaştıracak (bunun sonu nereye gidiyor? :D) bir oyunla karşı karşıyayız.

Batman Arkham Asylum, sadece Batman fanatiklerini değil, aksiyon ve platform karışımı oyunlardan hoşlananları memnun edecek kadar güzel bir oyun olmuş. Bir yandan hikayeyi takip ederken, diğer yandan etrafa saçılmış küçük bulmacaları çözmek ve detayları keşfetmek oldukça keyifli.

Unreal Tournament 3'ün grafik motorunu kullanan ve hakkını veren, cıvıl cıvıl hatta vıcık vıcık capcanlı grafikleriyle Batman Arkham Asylum, PC'de olduğu kadar PS3'te de keyifle oynanabilecek bir oyun (nitekim ben PC'de oynarken, özellikle Scarecrow bölümünde God of War lezzeti aldım ve bir PS3 oyunu oynar gibi oldum).

Notum 10 üzerinden 8'dir. Hatta Batman hayranları rahatlıkla 9/10 not verebilir.

14 Kasım 2010 Pazar

Alet Edevat: Sony Playstation Move

Kurban bayramınız mübarek olsun! Memleketim Eskişehir'deyim, bayram arifesindeki keyfim Playstation Move ile perçinlendi! Nihayet PlayStation 3 sahibi oldum. İyi de nereden çıktı bu? Gelin hep beraber müşkülpesent Tayfun'un PS3 macerasını okuyalım.

Malum, PS3 çıkalı çok uzun zaman oldu. Hatta neredeyse dört yıl geçmiş olması beni dehşete düşürdü. Uzun bir süre PC oyuncusu olarak devam ettim çünkü sağlam bir bilgisayarım vardı ve PS3 için çıkan çoğu oyunu PC'de oynamak mümkündü. Hala da mümkün ama sadece PS3'e çıkan (PS3 Exclusive) oyunlar giderek arttı. Metal Gear Solid 4, God of War III, Uncharted bunlardan bazıları.

Bu sene güzel kampanyaların yapılmasıyla "Acaba ben de mi alsam yahu?" demeye başladım ve fiyatları araştırdım. Herhangi bir ekstrası olmayan 120Gb Slim modelin 549TL'ye varan kampanyalarla satıldığını duydum ama göremedim, mağazaya gidene kadar bu sınırlı stok ürünleri tükeniyordu.

Bunları saymazsak, şu anda fiyatlar çeşitli model paketleri için 749TL-839TL civarında seyrediyor. Bu paketlerin içinde ikinci Dual Shock kumandası veya ekstra bir oyun bulunuyor. Bense bugün Eskişehir Mediamarkt'tan 320Gb Move starter pack aldım ve kesinlikle ödediğim 749TL'ye değdiğini düşünüyorum. Bu paketin içinden hem 320Gb diskli Slim (ince) model, hem de Move kontrol çubuğu ve Eye kamerası çıkıyor. Bu Move pakedinin 149TL'den satıldığını hesaba katarsak, 320Gb slim modeli 600TL'ye almış oluyorum ki bu da güzel bir fiyat oldu benim için.

Yorumlarıma gelince: Beraberinde gelen demo diskin içinden çıkan dokuz oyun, bütün bir akşam boyunca bütün ailenin eğlencesi oldu. Masa tenisinden golfe uzanan çeşitli oyunlar gerçekten çok eğlenceli, üstelik Nintendo Wii'yi ikiye katlayıp dörde bölen grafiklerle bu tecrübeyi yaşamak muhteşem bir keyif haline geliyor. Move sistemi basit bir nişan yöntemi olmaktan öte, mesafenize ve tutuşunuza kadar hareketlerinizi birebir algılıyor.

Tüm bunların yanında, henüz hiç tatmadığım normal PS3 zevki var tabii. Onu da göreceğiz.

Sözün özü Sony PlayStation 3; Move sistemi, muhteşem görselli oyunları, kablosuz kontrol keyfi, 7.1 ses desteği veren Bluray Disk oynatma kabiliyeti, sabit sürücüsü ve internet bağlantısıyla ödediğiniz her kuruşu hak eden bir eğlence sistemi. Edinin!

11 Kasım 2010 Perşembe

Oyun: James Bond 007 Blood Stone

Oyun piyasasını takip edenler, "filmin oyunu" deyince durup bir düşünürler. Filmlerden esinlenilerek yapılan bilgisayar oyunları, bugüne kadar genellikle sığ, hantal ve yenilik getirmeyen yapımlar olarak sunuldu önümüze. Elbette bu durumun istisnaları vardı, Blood Stone paçayı kurtararak bu istisnalar arasına giriyor.

007 Quantum of Solace'ı oynamışsanız; Daniel Craig'in oynadığı ilk iki Bond filminden seçilmiş, hatta yer yer yapımcıların kafalarına göre değiştirilmiş bölümleri hatırlarsınız. Filmleri izlemişseniz size yeni hiçbir şey sunmayan Quantum of Solace, çabucak oynayıp unuttuğunuz kısacık bir oyundu.

Blood Stone ise, yeni bir senaryoyla karşımıza çıkıyor. Bu başlar başlamaz haneye bir artı olarak yazılıyor, Daniel Craig'in oynadığı yeni bir Bond filmi izler gibi oluyoruz. Aksiyonun ve vuruş hissinin güçlendirildiği oyun; gizlice öldürme hareketlerinden, ağır çekimde düşmanı yere sermeye garantili atış haklarına kadar bir çok yönüyle Splinter Cell: Conviction oyununu andırıyor. Bu kötü bir şey değil, çünkü her türlüsüne razı olduğumuz bir oynanış şekli, enfes bir casusluk tecrübesi.

Oyunun bir kısmı, İstanbul'da tüp geçit inşaatında geçiyor. Burada İstanbul'un şantiye atmosferini doyasıya yaşıyorsunuz, yani şehrin gürültülü ve itici havası gayet mevcut. Öte yandan siviller ingilizce konuşuyor ve ortam biraz fazla doğulu görünüyor, İstanbul ve Fas karışımı bir tat var. Keşke daha çok özenselermiş.

Bir de casusluk ve gizlilik kısmı ne yazık ki biraz yavan kalmış, sırtınızı bir sipere dayadığınız sürece sürekli ortalığı birbirine katarak rahat rahat ilerleyebiliyorsunuz. Bir de sürat teknesi ve Bond otomobili kullanabildiğiniz bölümler var, bunlar sıradışı olmasa da keyif veren unsurlar.

Bütün bunlar göz önüne alındığında, hele bir de Bond hayranıysanız, gayet eğlenceli bir oyunla karşı karşıyayız. PS3 gibi konsollarda joystick ile çok keyifli bir macera olacaktır, PC başında da aşağı yukarı aynı zevki klavye ile alabilirsiniz.

Oyuna puanımızı da verelim, bu sefer göreceli bir puanlama yapalım. Zor beğenen biriyseniz 6/10, aksiyon seviyorsanız 7/10, James Bond seviyorsanız 8/10!

1 Kasım 2010 Pazartesi

Oyun: Fifa 11

Uzunca bir süre boyunca, bazılarımız için Fifa serisinin en güzel oyunu Fifa 99 olarak kaldı. PES adıyla bilinen Pro Evolution Soccer serisi ise birkaç sene öncesinde tavan yaparak futbolseverlerin gönlünde taht kurdu. İşte PES serisi o tavanı öyle sert inşa etmiş ki, son zamanlarda ötesine bir türlü geçemiyor.

Bu gidişatı fırsat bilen EA Games, çok uzun zaman önce yapması gereken bir işi ilk defa yaptı, konsollarda kullandığı yeni nesil grafikleri bilgisayar ortamına da aktardı ve gerçekten keyif veren bir futbol dinamiği sunan Fifa 11'i bizlere verdi.

Sonuç olarak klavye ve oyun çubuklarınızı (joystick demek isterdim ama Türkçe konuşmak lazım) heyecanla titreteceğiniz, cıvıl cıvıl ve ince detaylarla dolu bir futbol oyunu var karşımızda.

Fifa serisinden uzak duranlar, bu sene Fifa'ya bir şans verebilirsiniz. Hepimiz on biriz!

25 Ekim 2010 Pazartesi

Oyun: Medal of Honor

Gavurların FPS diye tabir ettiği, olayları karakterin gözünden yaşadığımız oyunlar "Call of Duty: Modern Warfare" ile yeni bir milat yaşamış oldu. Yıllardır İkinci Dünya Savaşı'nı işleyen Medal of Honor serisi de bu oyunla beraber, değişime ayak uydurmak zorunda kaldı.

Yeni Medal of Honor oyununu oynadığınız ilk bir saat içinde, MW kopyası olduğunu düşünmeden edemeyeceksiniz. Kritik bir mekana girildiğinde zamanın yavaşladığı sahnelerden, takım ruhuna dayalı ilerleyen oynanışa kadar birçok öğe size MW oyunlarını hatırlatacak.

Lakin sabırlı olup oyunu bitirmeye niyetlenirseniz çok güzel ve gerçekçi bir operasyonu, çeşitli açılardan (ki helikopter kullanarak mermi yağdırdığınız bir bölüm bile var) deneyimleme şansınız oluyor.

Medal of Honor, Call of Duty serisine göre fazlaca terörist öldürmeye dayalı bir oyun olmuş. Bazen tek bir siper noktasından yüze yakın düşmanla savaştığınız olacak (Özellikle Shaikot vadisinde yaşanan kapana kısılma macerası gerçekten soğuk terler döktürüyor). Bu açıdan Medal of Honor hala bir savaş oyunu olmayı sürdürüyor, Modern Warfare serisinde taktiğe dayalı operasyonlar ön plandaydı.

Medal of Honor, size tek bir operasyon sunuyor. Bunun iyi mi kötü mü olduğunu size bırakıyorum, çünkü Modern Warfare her biri başka bir diyarda geçen operasyonlardan oluşuyordu ve zaten kısa olan oynanış süresi yüzünden bazı bölümlerin tadı damakta kalıyordu. Medal of Honor ise, aynı şekilde kısa olmasına rağmen tek bir operasyonla dağda taşta terörist avlamaya doyuruyor insanı. Özellikle sonuna doğru derinleşen hikayesi ne yazık ki başlangıçta çok sığ ilerliyor, bu da önyargıları olan insanların çokluğu açısından felaket bir durum.

Adeta oyunu övmüş gibiyim, biraz da yerden yere vurmalıyım. Medal of Honor, baştan sona sınırları fazlaca belli eden, her tarafın görünmez duvarlarla kaplı olduğu; küçük bir hendekten aşağı atlayamadığınız ve bu sebepten dolayı aşağı inmek için patikayı kullanmaya zorlandığınız bir oyun. Modern Warfare serisinde sınırlar varsa bile bu denli belirgin ve bunaltıcı değildi, küçük bir taş parçasının üzerinden atlayamamak insanı çileden çıkarıyor bazen.

Aynı şekilde Modern Warfare serisinde ayarında ve ustaca kullanılmış grafikler varken, Medal of Honor zaman zaman tuhaf yansımalar, yeterince etkin kullanılmamış kabartma ve gölgeleme efektleriyle; birtakım grafik hileleriyle oyuncuyu aldatmaya çalışıyor. Modern Warfare'in ustaca kullanılan oyun motoru, ara sahneleri bile oyun grafikleriyle sunuyordu bize. Elbette bu söylediklerime rağmen, Medal of Honor gayet iyi görünüyor ve akıcı bir şekilde çalışıyor.

Burada en dikkat çeken nokta şu; Modern Warfare gibi daha ilk bölümlerinden sizi bir atom bombasının patlamasına şahit eden bir oyunu oynadıktan sonra, Medal of Honor yavan ve sıradan gelebilir ama Modern Warfare'i bir kenara koyup oynamaya koyulduğunuzda çok keyif alabileceğiniz bir oyun Medal of Honor.

21 Ekim 2010 Perşembe

Oyun: Dead Rising 2

Bu aralar piyasaya çok güzel bilgisayar oyunları çıkıyor aslında. Fırsat buldukça bu oyunları deniyorum lakin bazı dönemlerde buraya yazı yazmaya üşeniyorum veya yazacağım yazılar konusunda fazlaca seçiçi oluyorum.

Hal böyleyken bile görmezden gelemeyeceğim, yazmadan edemeyeceğim bir oyun var. Dead Rising 2. Neden iki, ilk oyuna ne oldu diyebilirsiniz; ilk oyun PC'ye çıkmadı ve ben hala bir PS3 sahibi değilim. İkinci oyunu PC'de deneme şansı buldum ve fazlaca keyif aldığımı söylemeliyim.

Dead Rising 2, zombilerin günlük yaşamın bir parçası haline geldiği bir dünyada geçiyor. Bunu, oyun başlar başlamaz iki yanına testere takılmış motosikletlerle zombileri biçtiğiniz bir gösteride yer almanızdan anlıyorsunuz. Daha sonra bu zombiler kontrolden çıkıyor ve maceranız başlıyor.

Oyunun amacı, ordu yardıma gelene kadar hayatta kalmak ve diğer hayatta kalanları bulup sığınağa getirmek. Daha önceden ısırılmış olanlar, zombiye dönüşmemek için üretilmiş olan bir ilacı her gün kendine enjekte etmek zorunda, karakterimiz Chuck'ın kızı da bu bahtsız kişilerden biri. Yani yaşam mücadelenize, kızınızı yaşatma mücadeleniz de ekleniyor.

Vasat bir televizyon filmi senaryosuna sahip bu oyunu ilginç yapan şey ise, elbette oyunun oynanış tarzı. Oyunun geçtiği mekanlarda onlarca hatta yüzlerce zombi var, hepsi de biraz yaklaştığınız an size saldırıyor. Siz de elinize ne gelirse silah olarak kullanarak onları öldürüyorsunuz. Bu "elinize ne gelirse" kısmı gerçekten takdire şayan, çünkü yazarkasalardan çöp tenekelerine, döner bıçaklarından kızılderili mızraklarına, ateşli silahlardan dinamitlere kadar her şeyi kullanabiliyorsunuz. Dahası bu silahları belirli şekillerde birleştirebiliyorsunuz, örneğin (resimde görüldüğü gibi) çift yönlü rafting küreğinin uçlarına elektrikli testereler bağlayarak dehşet saçmanın tadına doyulmuyor.

Bütün bunların yanına, gaza getiren müzikleri ve seyiri keyifli grafikleri de eklersek gerçekten bağımlılık yaratan bir oyun çıkıyor karşımıza. Dead Rising 2, kusurlarına hatta saç baş yolduran özelliklerine rağmen (ki sırf oyunu deneyin diye onlardan bahsetmiyorum) saatlerce oynanabilecek, sizi oldukça eğlendirebilecek bir oyun.

Verdiğim puan da 8/10. Deneyin!

8 Ekim 2010 Cuma

Film: Machete

Aslında Machete karakterinin özü eskilere dayanıyor, Desperado filminde yine Danny Trejo tarafından canlandırılan soğukkanlı bıçakçıyı hatırlarsınız. Tabii o filmdeki karakter kısa zamanda hakkın rahmetine kavuşuyordu, fakat yapımcı ve yönetmen Robert Rodriguez tiplemeyi öyle beğenmiş olmalı ki, birkaç yıl önce Grindhouse filminde sahte bir fragman ile Machete karakterini yarattı.

Machete kesinlikle meymenetsiz suratına ve iri yarı cüssesine hayran kalacağınız bir figür. Bön bön bakması ve başladığı her işi bitirmesi Machete'nin başlıca özellikleri.

Ucuz filmlerde kullanılan her türlü öğenin (vahşet ve cinsellik) kasıtlı olarak abartıldığı bu enteresan yapım, kimi vahşi sahnelerde gülmenizi bile sağlıyor (ağzınızla olmasa bile). Tarzı sevenler için (ki böyle bir tarz varsa) eğlenceli bir seyirlik. Neredeyse saçmalık. Ama "Adamlar ne biçim film çekmiş" dedirtecek kadar eğlenceli!

Puan olarak da 6/10 veriyorum bu çılgın filme. "Machete don't text!"

Oyun: Condemned - Criminal Origins

Condemned, birkaç sene evvel piyasa sürülmüş olan bir FPS oyunu. Özelliği ise, cinayetle suçlanan bir FBI ajanı olarak bir yandan kriminoloji cihazlarıyla araştırma yaparken diğer yandan saldırganlarla savaşmak. Bu savaşı ilginç yapan da, silah olarak etrafta bulduğunuz hemen her şeyi kullanabilmeniz.

Peki bu lineer, ikinci sınıf televizyon filmi tadındaki senaryoya sahip oyunu neden onuncu kez oynuyorum? Çünkü gaz borusu, levye, metro levhası veya dolap kapağı kullanarak adam dövmeye doyamıyorum. Psikopat olabilirim lakin Condemned, nefes kesen yakın dövüş sahneleri için bir kere denemeniz gereken bir oyun.

Ayrıca Condemned 2, sadece Playstation 3 ve Xbox 360 için piyasaya sürüldü. PC'de oynamak hala nasip olmadı. Çok içimde kaldı bu. Bir gün ben de PS3 alacağım.

7 Ekim 2010 Perşembe

Film: Predators

Predator, çocukluğumda beni etkilemiş bilimkurgu filmlerinden biridir. Çocukken aklımızın sadece "Arnold Civardagezer oynuyor hacı, çok süper film" diye yorumlamaya yettiği film; hayatta kalma içgüdüsünü, kaçan veya kovalanan olma psikolojisini, heyecanlı ve bir o kadar da yalın bir şekilde anlatan filmlerden biri olmuştur. Film aynı zamanda, uzayda varlığını sürdürüyor olabilecek diğer yaşam formlarının bile bir vicdan muhakemesine sahip olabileceğine dair umudumuzu pekiştirir; Predator savunmasız ve silahsız insanlara zarar vermiyordu (Hatta Danny Glover ile çekilen devam filminde, hamile olduğunu fark ettiği kadını öldürmekten vazgeçiyordu).

Aslında ilk filmi anlatan oldukça uzun bir giriş paragrafından sonra, yeni çekilen Predators filminden bahsetmek istiyorum. Aslında söyleyebileceğim fazla bir şey yok, çünkü fazlasıyla ilk filmin mirasından yiyerek ayakta kalmaya çalışan bir film olmuş Predators. Dikkatli izlerseniz, henüz göremedikleri Predator'ün varlığını ilk sezdikleri sahne ve hatta orada kullanılan müzik bile ilk filmdeki sahneyle birebir benzerlik taşıyor. Orijinale sadık kalmak ile orijinale sığınmak arasındaki farkı ayırt edebilmek gerek.

Bunun dışında filmin genel olarak sağlam bir iskeleti olduğunu söyleyebilirim, savaşçı ruhlu bir dizi karakterin av amacıyla seçilmiş olması güzel bir fikir. Lakin kemiklerinin iri olması, kişinin illa ki kaslı olduğu anlamına gelmez; yani bu sağlam iskeletin üzerinde hantal bir işleyiş sunuluyor önümüze. Bununla birlikte, başrol için Adrien Brody'nin seçiminin fazlasıyla deneysel kaçtığını düşünüyorum.

Sözün özünde, filme puan olarak 5/10 veriyorum, o da ilk filmin hatırına. Hatırda kalacak fazla sahnesi olmayan, orta karar bir yapım olmuş Predators. Sadece hayranlarına tavsiye edilir!

Oyun: Deus Ex

İnternetten ve ana bilgisayarımdan uzak kaldığım bir hafta geçiriyorum. Bu süreçte oyalanmak için bir oyun oynamak istedim ve bundan on yıl önce piyasaya sürülmüş olan Deus Ex oyununda karar kıldım. Deus Ex öyle bir oyun ki, henüz eğitim bölümündeyken bir robotun makineli tüfek saldırısına uğrayıp bacaklarınızı kaybedebiliyor, zar zor bir duvarın arkasına saklanıyor ve kısa bir süre sonra yine aynı robot tarafından öldürülebiliyorsunuz; bu da "Başlarım böyle oyuna!" diyerek bilgisayarınızı kapatmanıza sebep olabiliyor. Nitekim bu oyunu oynamakta bu kadar gecikmemin sebebi budur; başlangıçta öyle çok detaya boğuluyorsunuz ki sabretmezseniz alışamıyorsunuz.

Ancak alıştıktan sonra Deus Ex çok keyifli bir macera halini alıyor; bilgisayarlar sistemlerinin içine sızıp turret'lerin düşmanlara saldırmasını sağlayabiliyor, güvenlik kameralarını etkisiz hale getirebiliyor, yeteneğiniz elverdikçe bütün kilitli kapıları açabiliyor ve bir hedefe birden fazla yolla ulaşabiliyorsunuz. Bu saydıklarım bugün sıradan gelebilir ama on yıl önce Tomb Raider 3 vardı, Quake II vardı, Fifa 2000 vardı. 

Unreal grafik motoruyla yapılmış ve böyle bir oynanış vadeden Deus Ex, şimdi bile emektar laptopunuzda denenmeyi hak eden bir oyun.

5 Ekim 2010 Salı

Film: Minority Report

Hep yenileri mi yazacağız? Nostalji de lazım bazen, lakin Azınlık Raporu çok da eski bir film sayılmaz. Spielberg'in yönettiği bu güzide filmi tekrar izledim. İlk izlediğimde lisedeydim. İnsan ne kadar büyüdüğünü, ne kadar olgunlaştığını da bir filmi yıllar sonra tekrar izleyince anlıyor! Spielberg'in mübarek ellerinden öpüyorum bilimkurgu dünyasına kazandırdığı bu film için.

Filmde herhangi bir mantık hatası olduğunu düşünenler, birkaç yıl sonra filmi tekrar izlesinler (!) diyorum ve sözümü noktalıyorum.

Film: Vavien

Engin Günaydın da, Binnur Kaya da güçlü potansiyel barındıran oyuncular. "Sen kim oluyorsun da böyle bir yorum yapıyorsun?" diyen olabilir muhakkak, çünkü ben ikisini de harikalar yarattıkları bir rolde görmedim (Düşünün, Avrupa Yakası'nı da bu yorumun kapsamına dahil ediyorum!). Bir karakterin bütün ülkeyi güldürebilmesi oyunculuk kalitesiyle doğrudan bağdaşan bir şey değildir, bunu akılda tutmak lazım.

Gelelim Vavien filmine. Oldukça ilginç, merak uyandıran bir işleyişe sahip bir film Vavien. Hatta belli bir yere kadar, neredeyse sonuna kadar beklediğimden çok daha iyi olduğunu gösterdi.

Ama sonu? Sonu olmadı. Burada sinematik bir eleştiri yapabilecek durumda değilim, içgüdülerimle konuşuyorum, "Bu filmin sonu olmuş" diyebilseydim derdim. Diyemiyorum.

Yine de güzel film Vavien. Çok şey anlatıyor, güçlü anlatıyor. Benim sana puanım 6/10 kanka.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Film: Çok Filim Hareketler Bunlar

BKM mutfak ekibini sürekli izleyen biri değilim, ama gayet yaratıcı bir tayfa oldukları su götürmez, rakı getirmez bir gerçek. Belki de bu yüzden, filmden yer yer gayet zevk aldım. Yer yer diyorum, zira baştan sona kırıp geçiren bir film değil. Özünde zaten gerçek bir film değil. Ama komikti vesselam.

BKM ekibinin sadık seyircisi olmadığım için filmden keyif alan biri olarak, bir önceki yazı da Kargo dinleyicisi olmamakla beraber Maskott oluşumundan zevk aldığımı dile getirmiştim. Böyleyim ben.

 

25 Eylül 2010 Cumartesi

Albüm: Tuval (Maskott)

Lafa başlarken hemen söyleyeyim, ben Muse falan bilmem. Kargo da dinlemezdim zaten. Dün D&R'da gezerken, mağaza içinde çalan şarkının etkisinde kaldım. Kimdir, nedir diye gidip baktığımda Maskott adını gördüm. Muse özentisi diyorlar, Kargo'nun tadı yok diyorlar. Zaten insanlar neler demiyor ki? Rahat olun biraz.

Sonuç? Bir çok albümden daha akıcı, kendini dinleten "Tuval", helalinden 10 üzerinden 6 alıyor benden. Melekler Şehri, Teselli şarkılarını deneyin.


Düzeltme: Biraz daha dinledikten sonra, resmen her şarkının güzel olduğu bir albüm olduğuna karar verdim. Notumu 10 üzerinden 7'ye yükseltiyorum!

24 Eylül 2010 Cuma

Muhtelif: Artık Gerçek Bir Mecmua!

Artık Mutedil Mecmua'yı bir magazin dergisi gibi, PDF formatında indirebilirsiniz! Sezonluk olarak, en göze çarpan yazılardan derlenen bu küçük dergi ile çarşaf çarşaf blog sayfalarında kaybolmaya son!  

Daha ne diyeyim bilmiyorum! Buyurun Hadi! 

http://www.multiupload.com/95KI4RDZ42

Düzeltme: Eğer Türkçe karakterler ile ilgili sorun yaşıyorsanız, PDF dosyasında kullandığım yazıtipinden kaynaklanıyor olabilir. Benim hatamdır. Fontu bilgisayarınıza indirmek için adrese tıklayın:

http://www.multiupload.com/MON5IFDPX3

23 Eylül 2010 Perşembe

Albüm: Takılma (Ümit Sayın)

Ümit Sayın'ı severim, performansını canlı dinlemişliğim de vardır. Nice güzel pop şarkısının arkasında onun isminin olduğunu herkes bilmez. Bundan birkaç yıl önce "Mai" isimli albümünden sonra kayıplara karışmıştı. Nihayet yeni bir albümle bu sessizliği bozdu. Albüm demek doğru olmaz aslında, tek şarkılık bir sunumla karşı karşıyayız. "Takılma" adlı şarkı, klasik bir Ümit Sayın çalışması, hafif alaturka ve kesinlikle adına yakışır bir şekilde neşeli olmuş.

Tek tük şarkılar yapıp bunları piyasaya sunmak moda oldu, lakin şarkı sayısını 10'a tamamlamak için "filler" dedikleri, yani "boşluk dolduran"  şarkılarla doldurulmuş albümleri oldum olası sevmem.

Yeni çalışmalarını beklerken, kendisini 1,99TL'lik yeni şarkısını alarak destekleyelim :D

22 Eylül 2010 Çarşamba

Müzik: Tarkan

Nihayet Tarkan'ın yeni albümü piyasada. Malum, genç kızlar çıldırıyor. Adam pop müzikte yer edinmiş, derdi olanların adamla değil pop müzikle sorunu var zaten.

Lakin ben burada yeni albümünü tanıtmayacağım, bunun yerine kendimce bir tespitte bulunmak istiyorum. Bu muhterem zatın her albümüne ağır ya da orta tempolu muhteşem bir şarkı oluyor. Bu şarkı, diğerlerinin gölgesinde kalarak fazla keşfedilmiyor. Sadece bahsini ettiğim bu şarkılardan, muhteşem bir "Best of" çıkarabilirim sizler için. Gelin hep beraber bu şarkılardan birkaçına göz atalım:

  • Sen Çoktan Gitmişsin ("Adımı Kalbine Yaz" - 2010)
  • Gün Gibi ("Metamorfoz" - 2007)
  • Touch ("Come Closer" - 2006)
  • Ayrılık Zor - Murat Matthew Erdem Mix ("Ayrılık Zor" - 2005)
  • Gülümse Kaderine - Murat Matthew Erdem Mix ("Dudu" - 2003)
  • O'na Sor ("Karma" - 2001)
  • Gitti Gideli ("Karma" - 2001)

Bu güzide eserlerden birkaçını dinlerseniz, ne demek istediğim anlaşılır diye düşünüyorum. Bu şarkılardan hiçbirine klip yapılmamış olması, sadece hayranların keşfedebildiği inciler olarak kalmasını sağlamıştır. Ayrıca Murat Matthew Erdem ve Tarkan bir araya gelince harikalar yaratıldığı ortada.

Son olarak da kişisel fikrimle bitiriyorum:

Tarkan hala "Karma" albümünden daha iyi bir albüm yapmadı.

Muhtelif: 250

Geçen yıl bu günlerde askerliğimin son demlerini yaşıyormuşum. Koca bir sene nasıl geçti diye düşünüyorum şimdi... O günden bu yana yazmaya devam ettim ve şu an 250. yazımı okuyorsunuz! Peki bunca zaman neler olmuş, neler bitmiş?

Askerliğimden sonra pek projem olmadı aslında. 2010 yılının başlarında Kaçırış ve Beyaz Ticaret adlı iki film çektim, ikisi de kısacık filmlerdi tabii. Sonra Höst'ün 7. sezonu çekildi, o da Höst fanlarını sevindirdi. Höst'ü bitireceğiz haberiniz olsun, Lost bile bitti, tadında bırakmak lazım! :D

Son olarak Gezginlerin Sürgünü'nü çektim. Hatta yandaki fotoğrafta beni film setinde görebilirsiniz. Gezginlerin Sürgünü, uzun zamandır aklımı meşgul eden bir proje idi ve nihayet, iyisiyle kötüsüyle gerçekleştirebildiğim için mutluyum.

Peki ya bundan sonra? Henüz geleceğe yönelik bir projem yok, bir süre dinlenmek istiyorum. Önceki yazılarımdan birinde, kendimce belirleyeceğim mütevazı bir zirveyle yetinmek istediğimi yazmıştım. Bu son filmim benim için bu zirve olmuştur.

Basın açıklaması tadında ilerleyen bu yazımı, aslında birbirinden keyifli 250 yazı yazmış olmanın mutluluğundan bahsederek bitirmek istiyorum. 250 aslında öyle abartılacak bir sayı değil lakin bundan birkaç yıl sonra, Mutedil Mecmua kitap haline getirilebilecek kadar dolu bir popüler kültür blogu haline gelebilir. Ne dersiniz, e-kitap bile olsa, hoş olmaz mı?

20 Eylül 2010 Pazartesi

Müzik: Athlete

Bazen dinlediğiniz bir şarkıya hayran kalırsınız, o şarkının ait olduğu grubu keşfedince de tüm şarkılarına hayran kalırsınız. Birine bahsedeceğiniz zaman da "Nasıl bir şey?" sorusuyla karşılaşınca da, tarzlarını bir türlü tarif edemezsiniz.

Athlete de böyle bir ingiliz müzik grubu. Genel olarak rock, lakin biraz pop ve biraz da elektronik tınılar içeriyor.

Adamlar TATLI müzik yapıyor. Daha ne diyeyim. Mutlaka deneyin! Mesela şuradan:

http://www.muzu.tv/athlete/the-getaway-music-video/604614

Müzik: A Perfect Circle

Tool diye bir müzik grubu vardı, dinler miydiniz? Ben dinlemezdim. Sonra bir gün Constantine diye bir filme gittim, orada çalan bir şarkı ruhumu çimdikledi. Sonra "Passive" isimli o şarkıyı buldum, meğer o şarkı da Tool'un yeni projesi A Perfect Circle'a aitmiş. Sonra bu amcalar hayatıma etkileyici şarkılarıyla girdi; Orestes olsun, Pet olsun, Judith olsun, dinlerken içinizde sebepsiz bir öfke yaratmak suretiyle kendinizi iyi hissettiren şarkılardı bunlar.

Hala keşfetmediyseniz, A Perfect Circle sizleri bekliyor.

19 Eylül 2010 Pazar

Film: Resident Evil Afterlife

Sinemada üç boyutlu film izleme konusunda bazı düşüncelerim var. Kocaman bir gözlüğü kendi gözlüklerimin üzerine takarak izlemek zorunda kaldığım bu filmler, "Bu üç boyut davası olmadan seyretsem film bana ne ifade ederdi?" sorusunu sormama sebep oluyor.

Resident Evil serisini sevenler için Afterlife güzel bir film. Yani bekleneni veriyor ama ne alacağınızı zaten bildiğiniz için fazla bir şey de  bekleyemiyorsunuz.

Filmi seyretmeniz için birkaç sebep var elbet; üçüncü boyutun verdiği eğlence, Milla Jovovich ve Ali Larter (Hanımları unutmuyoruz, onlara da bir adet Wenthworth Miller!). Hatta bunları geçtim, A Perfect Circle'ın sinema salonunu inleten "The Outsider" şarkısı. Evet, bunlar güzel şeyler ama bir filmi seyretmek için önereceğim sebepler parmakla sayılacak kadar az olmamalı.

Yazımın sonunda da yine baştaki konuya dönüyorum; yapımcılar üç boyutlu film izlemeyi, izlenecek bir film değil de hız trenine binmek gibi bir eğlence tecrübesi olarak sundukları sürece, bu filmlerden fazla bir şey bekleyemeyeceğiz. Beni bu kadar uzun cümleler kurmak zorunda bıraktıkları için kızgınım onlara...

Evet, bu filmden yanıma kâr kalan, daha önceden keşfetmediğim "The Outsider" şarkısı!

18 Eylül 2010 Cumartesi

Muhtelif: Tren Seyahatleri

Tren seyahati demek, duraklarken değil hareket halindeyken tuvalete gidebilme özgürlüğü demektir. Tren seyahati çok uzun sürse de yormaz, otobüs gibi trafiğe girmez. Hatta her vagon bir evdir, hele ki yolculuk uzunsa insanlar o yolculuk boyunca "ev arkadaşlarıyla" vakit geçirir. Trenle seyahat etmek, yemekli vagonda hiç tanımadığın bir adamın karşısına oturup mercimek çorbası içişine şahit olmaktır. Tuvalet deliğinden esen rüzgarla meteoroloji tahmini yapabilmektir.

Güzel bir şeydir tren! Rahat uyu Zeki Müren.

Film: Gezginlerin Sürgünü Arena-TR'de!

Türkiye'nin en kapsamlı ve kaliteli torrent paylaşım sitelerinden biri olan Arena-TR'de, son kısa filmim "Gezginlerin Sürgünü" paylaşıldı. Torrent olarak hızlıca indirmek isteyen Arena-TR üyeleri, hemen şu adresi ziyaret edebilir:

http://www.arena-tr.com/details.php?id=23650

Ayrıca forumda film için açtığım başlık altında filme gelen tepkiler çok sevindirici. Kullanıcı adlarıyla beraber bu üyelerin bazı yorumlarını sizle paylaşmak istiyorum:

  • "Güzel olmuş kurguda başarılı. Bundan yola çıkılarak uzun metraj bir film çekilebilir" - Mythness
  • "O "amatör" yazısını kaldırın oradan hiç uymamış . İzlediğim en iyi Türk amatör kısa film çalışmasıydı tebrik ederim. Kurguda mantık hatası var derken beni dumurlara sürüklemesi de ayrı bir zevkti. Son olarak Evliya Çelebi'yi görmemle birlikte beni benden aldınız. Bence oyunculuğunuz da süperdi. Böyle devam edin." - VonRabie
  • "Fikir güzel, Kurgu da güzel. Biraz kasılırsa oscar adayı bi film çıkar bence." - magiruscu
  • "Hayran kaldım 'Türkiye de böyle kurgu oluşturabilenler de varmış' dedim gururlandım." - ehlikeyf
  • "Kurgu süper... Bu film sağlam oyuncularla bir Hollywood yapımı olsun, gişede patlama yapar..." - sed05
  • (Eleştiri de olacak elbet!) "Tamam senaryo yerinde, kamera hareketleri iyi falan ama - O diyaloglar nedir? Onlara bir çözüm bulun lütfen." - bysnake
  • "Tek kelimeyle güzel film, oyunculuk biraz daha iyi olursa kalitesi daha da artabilir." - onur28
  • "Hocam Cristopher Nolan'la akrabalık falan var mı :D" - unique

15 Eylül 2010 Çarşamba

Film: Gezginlerin Sürgünü

Bir yıldan uzun süredir üzerinde çalıştığım, kafa yorduğum son projemi tamamladım. Yaklaşık bir ay önce senaryosunu geliştirip tamamladıktan sonra, hemen plan yapıp 4-5 Eylül tarihlerinde (sadece iki günde!) Ankara'da çektiğimiz film bu gece vizyona girdi.

Bu film, amatör çevrelerce pek denenmemiş bir konuya ve işlenişe sahip olması açısından önem taşıyor. Ayrıca benim, doğrudan oynamayıp sadece yönetmenliğini yaptığım ilk film.

Çeşitli festivallerde de boy gösterecek olan filmimizi izlemek için hemen şimdi tıklayın! Baldan tatlı yorumlarınızı da esirgemeyin!

http://www.vimeo.com/14996741

1 Eylül 2010 Çarşamba

Oyun: Mafia 2

Daha önce Mafia 2 hakkında ilk izlenimlerimi aktarmıştım, şimdi oyunu bitirdikten sonra yeni bir şeyler yazmayı uygun gördüm. Mafia 2, şu ana kadar oynadığım en tarz sahibi, bir film gibi insanın ruhuna işleyen oyunlardan birisi. Bu oyun, GTA'dan daha ziyade, büyükçe bir alanda geçen Max Payne oyunu gibi. Yani GTA gibi pizzacılık veya taksi şoförlüğü yapmayı beklemeyin, bu oyunda sadece Vito Scaletti'nin iniş-çıkışlarla dolu hayatı var. Bu güzel macerayı tecrübe etmeye bakın...

29 Ağustos 2010 Pazar

Film: Repo Men

Dünya çapında gayet sessiz sedasız vizyona giren ve kısa bir süre sonra DVD'si çıkan filmlerden Repo Men. Bahsetmesem belki adını bile duymayacaktınız, gerçi Jude Law hayranlarının duymaması tuhaf olurdu.

Filmin konusu şöyle; yapay organ naklinin mümkün olduğu bir dünyada, sağlıksız organınızı bir bedel karşılığında yeni elektronik organlarla değiştirebiliyorsunuz. Lakin bu bedeli veya faizlerini zamanında ödemezseniz, şirket yetkilileri (Repo men!) gelip o organı alıyorlar (ki yaşamsal bir organ ise ölümünüzle sonuçlanıyor).

Enteresan bir hikayeyi, daha da enteresan bir kurguyla birleştirmiş olan film; izleyicide tuhaf etkiler bırakıyor. Repo Men, vahşeti nedeniyle seyretmek için biraz mide isteyen; ciddiye alınmayacak kadar tuhaf fakat hafife alınmayacak kadar değişik bir film olmuş. Seçim sizin.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Oyun: Mafia 2

Öncelikle bu satırları sadece bir saatlik oynama tecrübesiyle yazdığımı belirteyim. Belki oyunu bitirdiğimde ekleyecek düşüncelerim olur lakin oyunun bende yarattığı ilk izlenimi yazmadan duramadım.

İlk Mafia oyununu hatırlarım, döneminin göze en hoş görünen ve senaryosu en dolu dolu oyunlarındandı. Mafia 2 de bundan aşağı kalmamış, özellikle başlangıcı ve ilerleyişiyle tam bir film gibi. Belki biraz fazla "film gibi" olmuş, bu sebepten Mafia 2'yi GTA ile kıyaslamanız doğru olmaz. Mafia serisi, yaşamanız gereken bir tecrübe. Biraz oynayıp, biraz seyredilen oyunlardan.

Küçük detayların, etkileşimin büyük haz verdiği bir eser olmuş Mafia 2. Tadına bakın!

Muhtelif: DuckLink Screen Capture

Diyelim ki çok güzel bir site buldunuz, tasarımında veya içeriğinde hayran kaldığınız bir bütünlük var. Bunu resmetmek istiyorsunuz, eliniz PrintScreen tuşuna gidiyor... Lakin, site ekrana sığmıyor! Uğraş dur...

Hayır! İşte tam bu işe yarayan muhteşem bir program var elimizde. DuckLink Screen Capture programı açıkken bir siteye giriyorsunuz, site açıkken de DuckLink'ten "capture" tuşuna basıyorsunuz. Gerisini o hallediyor.

Deneyin!

Web: ScrollyFox

Firefox'a eskiden ısınamamıştım, itiraf ediyorum. Siteleri abuk subuk görüntülerdi, bazı siteler işlemiyordu bile; "Bunun nesini övüyorlar?" derdim. Eskiden dedim ya, Firefox'a yeniden şans verdim ve şimdi paşa gibi bir web görüntüleyicisi olmuş.

Firefox'u yeterince övdükten sonra, eklentilerini de övmemek olmaz. Geçen gün yemek yiyordum ama aynı zamanda bir siteyi görüntülemek istiyordum önümde açık olan laptop üzerinden. "Yok mu elimi sürmeden siteyi ekranda usul usul aşağı kaydıracak bir eklenti?" diye sordum, Mozilla'nın sitesinden eklentilere bakınırken birkaç dakika içinde aradığımı buldum.

ScrollyFox, uzun ve yorucu sayfaları baştan aşağı okuma konusunda sizlere büyük bir iyilik yapıyor ve sayfayı yavaş yavaş aşağı kaydırıyor. Size de sadece, elinizi sürmeden ekrana bakmak ve dilediğiniz yazıları okumak kalıyor.

Firefox kullanıcısı mısınız? Hemen bu eklentiyi edinin:

https://addons.mozilla.org/en-US/firefox/addon/51742/

27 Ağustos 2010 Cuma

Müzik: "Daha Yolun Başındayım" - Sibel Can

"Hayda, bu adamın blogunda Sibel Can'ın işi ne?" dediğinizi duyar gibiyim. Sibel Can süslüdür, civelektir; kendisinden pek haz etmem! Lakin bundan tam on yıl önceki albümüne adını veren muhteşem bir şarkısı var ki, ben bunu bir Sibel Can şarkısı değil de sanat eseri olarak gördüğümden paylaşmak istedim. "Daha Yolun Başındayım" adlı şarkıda hem mis gibi sanat müziği ezgileri, hem de inceden bateri ve bas gitar var. Sözü ve müziği Altan Çetin'e ait olan bu şarkıyı dinleyin. Sibel Can da güzel şarkı söylemiş diyebilmek için.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Muhtelif: Bizim bir tanıdık var!

Canım yurdum insanı, parasının kıymetini bilir. Her işini tanıdıkla görür. İyidir hoştur da bunun sonucu çoğunlukla rezil olmaktır.

Adamın lambası bozulsa, "Bizim bir elektrikçi Muhsin vardı, onu arayayım da yapsın" der. Muhsin'i arar, "Tamam abi yaparız" cevabını alır. Muhsin gelene kadar da karanlıkta oturur.

"Bizim bir tanıdık vardı" demeyin artık. İyiliğiniz için söylüyorum. Servisi var, teknisyeni var, uzmanı var. Muhsin'i de rahat bırakın! 

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Oyun: Blur

Yarış oyunları güzeldir ama bir de yarışırken savaşabiliyorsak tadından yenmez. Lakin savaşılan yarış oyunları da çoğu zaman yavan bir oynanışın ve basit görsellerin kurbanı olur. Blur, en son aylar önce Burnout Paradise ile yaşadığım adrenalin dolu yarışların keyfini geri getirdi. Cıvıl cıvıl grafiklere, eğlendirici bir yapıya sahip bu oyunu mutlaka deneyin. Yandaki görüntüyü bizzat oyundan aldığımı da hatırlatayım.

Ayrıca bir önemli hatırlatma daha: Şu andan itibaren blogumda daha büyük görseller yayınlama kararı aldım. Yandaki görüntüye tıklarsanız iki kat büyük halini görebilirsiniz.

24 Ağustos 2010 Salı

Muhtelif: 1910 Yılında Artvin

1909 ve 1912 yılları arasında fotoğrafçı Sergei Mikhailovich Prokudin-Gorskii, kırmızı-yeşil-mavi filtreler kullanarak çeşitli manzaraların  üçer adet fotoğrafını çekmiş. Daha sonra birleştirilen bu fotoğraflarda gerçeğe yakın renkler elde edilmiş. Bir tanesi de Artvin'e ait olan bu renkli fotoğraflar, sizi tam bir asır öncesine götürüyor.

Bu muhteşem mirasa siz de göz atın:

http://www.boston.com/bigpicture/2010/08/russia_in_color_a_century_ago.html

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Muhtelif: Ne Var Ne Yok

Bir süredir bloguma hiç yazmamışım. Bazen de bir sürü yazı yolluyorum, oluyor böyle gelgitler. Gelgit demişken, daha önceden zaman yolculuğu temalı film projemin senaryosunu baştan yazarak yeniden hayata geçirdim. "Gezginlerin Sürgünü" ismine sahip filmin çekimleri inşallah Eylül ayında yapılacak. Filmin şu ana kadar yaptığım çalışmalardan farklı bir tarzı ve anlatımı olacağını söylemekle yetineyim, ne kadar güzel ve iddialı olduğuna elbette seyirci karar verecektir.

Ayrıca gereksiz olduğunu düşündüğümden Twitter hesabımı kapattım. Burası güzel. Mutedil Mecmua'dan ayrılmayın.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Film: Clash of the Titans

Inception'dan sonra film beğenebilmek kolay değil elbet, lakin film izlemek aynı zamanda bir eğlence aracı. Clash of the Titans da eğlencelik bir film olmuş; seyredeni pazar yerinde haykıran deli ve yolculukta illa ki ziyaret edilen kahin gibi klişelere boğsa da, mitolojiyi sevenlerin keyif alarak izlemesi mümkün. Özellikle "Medusa" tam beklediğim gibiydi, ince detayları dikkatle işlemişler. Deneyin...

...ama Inception çok güzel film!

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Muhtelif: İsmail Ayaz ile Yolculuk

Genelde Eskişehir-İstanbul hattında tren yolculuğunu tercih ederdim lakin zamanlama olarak en sevdiğim tren olan Eskişehir ekspresini geçici olarak kaldırdıklarından, otobüs ile yolculuk etmem icap etti. Otobüs yolculukları benim için hep sıkıntı olmuştur, bu yüzden biraz çekiniyordum ama İsmail Ayaz otobüslerindeki konfor beni şaşırttı. Nispeten rahat koltuklar, yeterli havalandırma, her koltuktaki televizyon ekranı, yolculuk boyunca şifresiz ve bedava kablosuz internet, toplamda iki kez envai çeşit içecek ve yiyecek ikramı (ki bir ara dondurma bile verdiler!) ile dört saat süren sıkıntısız bir yolculuk tecrübesi yaşadım. Kamuoyuna duyurulur.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Film: Inception

Genellikle uzun uzun yazar, ballandıra ballandıra anlatırım. Bu sefer öyle yapmayacağım. Inception, bu yılın en beklenen yapımlarından biri olarak gerçekten nefes kesen, zihni bulandıran, beyninize çalınmış bir parmak bal gibi (!) bir film. Polisiye, gerilim veya dram; hangi tarz ilginizi çekiyor olursa olsun mutlaka görmeniz gereken, saf bir zeka ürünü. Seyredin!

23 Temmuz 2010 Cuma

Oyun: S.T.A.L.K.E.R. için ev yapımı mod: Oblivion Complete

Çernobil bayırlarında koşmaya doyamadığımız savaş oyunu S.T.A.L.K.E.R'ı çeşitli eklentiler (modlar) kurarak oynayan arkadaşlar için, kendi icadım olan muhteşem bir mod paylaşıyorum. Adını "Oblivion Complete" koydum, çünkü Oblivion Lost ile Stalker Complete 2009 modlarını birleştirerek elde ediyoruz. Tarifi şöyledir:

1) "Oblivion Lost" modunu indirin ve eksiksiz olarak kurun.
2) "Stalker Complete" modunu indirin, yalnız SADECE textures klasörünü gamedata klasörüne kopyalayın.
3) Bu işlem esnasında Textures.ltx dosyası çakıştığında, HAYIR deyin (yani Oblivion Lost'un LTX dosyası kalsın, onu koruyun).
 

Bu basit işlemle, Complete modunun grafiklerini Oblivion Lost ile birleştirmiş oluyoruz. Bence sonuç muazzam, bir iki ufak hata dışında (Mesela uyku tulumu yerine benzin bidonu gözükmesi gibi) tamamen oynanabilir, tadından yenmeyen bir hal alıyor oyun.

Saygılar.

Güncelleme: Tarif ettiğim bütün işlemlerden sonra, Oblivion Lost'taki textures içindeki ui klasörünü tekrar gamedata/textures klasörünün içine kopyalayın ki envanter ekranında uyku tulumu yerine gaz bidonu, artifact yerine tabanca kabzası gözükmesin.

Bu işlemle beraber mod birleştirerek yaptığımız Oblivion Complete kusursuz hale geliyor.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Albüm: Sevmeyen Gelmesin (Tayfun Tuna!)

Blogumda yaptığım anket sonucunda, çoğunluğun benden bir single albümü istediğini gördüm. Müzisyenlik eğitimi almadım ama müzikle uğraşıyorum, buna saygı gösteren herkesi de kendi melodilerimden oluşan dünyaya davet ediyorum; bir yeni şarkı ve üç eski şarkının yenilenmiş hali sizleri bekliyor.

Çeşitli kaynaklardan indirmek için tıklayınız:

http://www.multiupload.com/IUOEJAOJRV

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Dizi: Kanıt

Türkiye'nin dizi sektörü hakkındaki fikirlerimi daha önce de belirtmiştim. Bir dönem töre ve ağalık düzeni üzerine ardı ardına çekilmiş prodüksiyonlar izledik. Son yıllarda ise yıllar önceki "ölümsüz eserler" dizi haline getirildi. Bunlardan bunalan seyirci kitlesine farklı bir lezzet olarak sunulmuş Kanıt adlı dizinin ilk bölümünü izledim ve "nispeten" başarılı buldum.

Bilmeyenler için söyleyeyim, on sezonluk CSI izleyicisiyim ve dizinin komik ve zayıf bulduğum yanları elbette var. Olayın özü, Kanıt belki yeni bir şey değil ama kesinlikle görmek istediğimiz türden bir şey. Dizinin yapaylıktan biraz daha kurtulması ve karakterlerin derinlik kazanmasıyla daha keyifli bir seyirlik haline geleceğini düşünüyorum; tabii tutunmayı başarabilirse.

9 Temmuz 2010 Cuma

Dizi: Persons Unknown

"Eyvah Lost bitti ne izleyeceğiz?" sorusunu soranlardan biriyken duydum Persons Unknown diye bir dizi çekildiğini. Şimdilik tek sezon olarak planlanan dizi, bir grup insanın kaçırılıp bir kasabaya mahsur edilmesiyle başlıyor.

Lost ile kıyaslanamaz lakin izlediğim ilk dört bölüm itibariyle ilginç konulara değiniyor ve psikolojik gerilim adına lezzetli dakikalar yaşatıyor. İzleyecek başka bir şeyiniz yoksa, tadına bakın!

Müzik: The Servant

The Servant, 2007 yılının sonunda dağılmış bir grup. "Eee, ruhuna Fatiha?" dememek lazım, çünkü sıradışı vokali ve keyif veren melodileriyle çok güzel birkaç albüme imza atmıştır The Servant. Vokalist Dan Black'in geçen yıl solo olarak bir albüm çıkardığını henüz duydum, bu konuyu da araştırıp siz müzikseverlerle paylaşacağım.

The Servant, en çok Sin City filminin fragmanındaki "Cells" enstrümanteliyle hafızalara kazınmıştı. Unutmamalı, sevgiyle anmalı.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Muhtelif: T9 Sözlük Arşivini Yedeklemek

Güzel ve akıllı telefonumuz Nokia 5800 için piyasa sürülen sevindirici uygulamaların arkası kesilmiyor. Eğer mesajlaşırken alfanümerik klavyeyi kullanıyorsanız ve sözcük tahmini özelliği aktifse, mesaj yazmak çok kolay ve keyifli bir hal alıyor. Bu yeni bir şey değil, lakin sözcük tahmininde kullanılan sözlüğe onca yeni kelime ekledikten sonra, bu sözlüğün yedeğini alabilmek mümkün! Telefona bu yeteneği kazandıran leziz uygulama için tıklayın:

http://betalabs.nokia.com/apps/nokia-custom-dictionary

29 Haziran 2010 Salı

Film: Splinter

Uzun süredir, müsait bir zamanda izlemek üzere filmler biriktiriyordum. Bu filmlerden biri de Splinter (Kıymık) idi. Film aslında 2008 yapımı, düşük bütçeli bir gerilim filmi. Korku diyemiyorum çünkü korkutmuyor. Hatta bir iki sahnede yönetmenin düpedüz komedi filmlerinde kullanılan anlatım şekilleri ve kamera açıları kullanması, haliyle o sahnelerde insanı güldürüyor. Genel itibariyle klişelerden oluşan Splinter, bir film festivalinde ödül almış olsa da çerez bir seyirlik olmaktan öteye gidemiyor.

Yine de, herkesin sırayla öldüğü filmlerin cazibesine kapılıyoruz!

27 Haziran 2010 Pazar

Muhtelif: Staycation

Haydi, tatil zamanı! Nerede mi? Evinizde. "Olur mu lan öyle şey?" diyenler yazının devamını okumasa da olur, "Aaa, enteresan" diyenler şöyle yamacıma gelsin. Son yıllarda dünya çapında yeni bir fenomen olarak (vacation kelimesinden) türemiş olan staycation [steykeyşın], kendi evinizde ya da kendi yaşadığınız şehirde tatil yapmak anlamına geliyor.

Peki bu nasıl oluyor?

Staycation konseptinin özünde, evinizde tatil atmosferi oluşturmak var. Tıpkı tatile gider gibi başlangıç ve bitiş günlerini belirliyor, o süre boyunca keyfinize bakıyor ve şehrin hiç görmediğiniz ilginç mekanlarını geziyorsunuz. Bu esnada işinizden ve diğer sıkıntılarınızdan uzak duruyor, e-mail'lerinize bakmıyor ve cep telefonunuzu bir kenara koyuyorsunuz.

Aslında şanlı milletim yıllardır hafta sonlarını evde PTT (pijama-terlik-televizyon) formatında geçirerek ve arada bir "Kalkın bi gezelim yau" diyerek bir nevi staycation yapıyor. Lakin staycation fikri, güzel geçirdiğiniz vaktin bilincinde olmak ve hatta bunu yukarıda bahsettiğim gibi bir tatil disipliniyle yaşamak gerektiğini hatırlatıyor.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Film: Hot Tub Time Machine

Genellikle yolculuklarda film izleme merakım yoktur, muhtemelen dikkatimin kolayca dağılması ve ortamın fazlaca aydınlık olması yüzünden. Bugün İzmir'e dönüş yolculuğumda Hot Tub Time Machine'i izledim. Özellikle yolculukta seyredilecek bir film olduğunu söyleyebilirim, bu açıdan iyi denk geldi. 80'lerde yaşamış veya o dönemden bir şeyler kapmış herkesi gülümsetecek, fazla beklentiye girmeden seyredebileceğiniz hoş bir seyirlik, tabii biraz yetişkinlere göre bir film olduğunu da hatırlatayım.